30 Ocak 2012 Pazartesi

Berlin Kaplanı

Burdan sevgili arkadaşım Onur'a seslenmek istiyorum. şu filmde bile duygulanmayı başardın ya helal olsun. Helal!

Efendim ben bugün sinemaya gittim. Planlanmış bir aktivite olmadığı için de gidilebilecek tek film Berlin Kaplanı'ydı. Zaten sinemaya da planlanmadan gidilmemeliymiş, bugün ben bunu öğrendim. 

-spoiler-
Filmin yanlış hatırlamıyorsam sonlarına doğru bizim kaplana-bak ismini bile hatırlamıyorum baş rolün-işte bir şeyler oluyor ve kaplanın son bir maça hazırlanması gerekiyor. Bu da tabi gariban boksör ya? Borcu falan var çalışacak tesis imkanı yok falan filan, parklardaki o jimnastik aletleriyle çalışmaya başlıyor. Evet benim içten güldüğüm tek sahne buydu sanırım. Yaşlı bir teyzeyle karşılıklı spor yapıyorlar. Şimdi alet de öyle bir alet ki kelimelerle tarifi zor arkadaş. Hani her parkta var ya artık? Hani böyle iki ayağınla üstüne çıkıyorsun, karşına da biri geçiyor ve birbirinizle senkron bir hareket yapıyorsunuz? Hani bir o ittiriyor bir sen? Tamam!! Aklında canlanan şey hiç hoşuma gitmedi!
Ihlamur Park'ın resimleri içinde bu tarif etmeye çalıştığım şey mevcut. Hatta o teyze, filmde oynayan teyze bile olabilir.
-spoiler-


Yakında Cevizlik parkını tanıtacağım sizlere efendim. Ben salıncakta otururken bir kedi gelip kucağıma kıvrıldı orada biliyor musun? Bu Cevizlik parkının bana verdiği ilk mesajdı. Bahsedilmeyi haketti o yüzden.
Yakında hem çok güzel şeyler olacak azizim.

Esen kalınız.


10 Ağustos 2011 Çarşamba

Samsun'dan bir hediye! (teşekkürlerimi sunarak yayınlıyorum)


Sevgili taze blogger,
Öncelikle bu dahiyane fikrinizden dolayı sizi tebrik etmek isterim.
Ben de parklara anlamlar yükleyen insanlardanım ve inanın bana belli etmeseler de etrafımızda tanıdık tanımadık o kadar çok park düşkünü yetişkin var ki. Sorun ise şu, insanlar yaşınıza bakıp parkların artık sizin yaşınıza göre olmadığını savunan kesimden. Hepsi öyle demiyorum tabii, benim çevrem o şekilde düşünüyor.




Sevgili blogger, burası da benim parkım. Parkımda iki üç oturma yeri (ki ağaçların içinde), çok olmasa da çimenlik ve 31 tane çam bulunmakta.
 Bir komşumuzun şöyle dediğini hatırlıyorum ‘’bir ara öyle bir depresyona girmiştim ki kendimi 3 ayın sonunda dışarı attım ve parka oturdum. Bir ay her gün aynı şeyi yaptım. Kuşları dinledim. Bu bana o kadar iyi geldi ki.’’
Gördünüz ya sevgili yazar, sizin de dediğiniz gibi  parklar büyüleyici yerlerdir.






Bu yol bana hep büyüleyici gelmiştir. Sanki ardında bambaşka bir diyar varmış gibi.
Bir yıl sadece sınava hazırlandığım bir yıl keşfettim bu parkı. Daha önce hiç gitmemiştim ve ailem hep o parkta uyuşturucunun fahişenin olduğunu söyleyerek oraya gitmemize izin vermezdi. Görüyorsunuz ya sevgili yazar, aile etkisi bu olsa gerek.

      Her neyse, gitmedim. Ta ki geçen seneye kadar. Sallanmak istediğimi fark ettim ama nasıl çok istiyordum! Daha sonra parkı gördüm ve gitmem gerekiyordu! Gitmeliydim! Gittim. :)
    Orada kaç saat kaldığımı hatırlamıyorum ama o salıncakta ileri geri giderken, gözlerimi kapattım. İşte o zaman ileri giderken bütün o şaçmalıkları geride bıraktğımı geri giderken de onlara geri döndüğümü fark ettim ve salıncaktan atladım! Ne kadar uzağa hiç hatırlamıyorum. Düşmüş de olabilirim. Ama o atlama bana öyle bir deli cesareti verdi ki sevgili yazar! Bunu daha sonra anlatmalıyım.




Salıncağımdan çektiğim bir resim bu. Görüyorsunuz ya sevgili yazar, çok çok bir park değil. Ama bu parkı güzelleştiren elbette çocukların orada olması.





Bir gizli yol daha..

Başınızı ütülemek derdinde değilim. Sadece parklara verdiğiniz önemi gördüm ve oraları huzurlu bulan insanlardansınız. Bende öyleyim! Bunu size kanıtlamak için yazdım bu yazıyı.

Umarım blogunuzu doldurursunuz. Takipçiniz olacağım.

Sevgilerle.
e.
not; bi aşağı bakmayı unutmayın. 




15 Temmuz 2011 Cuma

Ihlamur Park


Merhaba sevgili okuyucu. Açıkçası biraz heyecanlı gibiyim. Yani ben istemiyorum ki kötü bir giriş yapıp seni tiksindireyim parklardan. Ben şimdi burada sana, bende derin izler bırakmış olan kıymetli dostum Ihlamur Park’tan bahsedicem. (İsminde nasıl bir tatlılık var di mi? Silikon yastık yumuşaklığı var böyle ki silikon yastıklardan nefret ederim normalde.)


Efendim şimdi kabaca bi tarif yapıcak olursak eğer bu pek de esrarengiz değil gibi görünen park Uludağ Üniversite’sinin gettosu sayılan Görükle isimli ne idüğü belirsiz, köy desen değil ilçe desen belediyesi yok kıvamında bi yerleşimde yer almakta. Bakma Görükle’yi kötüler gibi yaptığıma, insan buradan uzaklaşınca anlıyo değerini. Her neyse güzel ya da yakışıklı okuyucum. Ihlamur Park villalar diye de bilinen motortepe mevkiinde bulunmakta. (seni pis zihniyet hep aile oturuyo buralarda!) 4-G’ye binip son durakta inerek buraya ulaşabilirsiniz. Ayrıca minibüslerin de son durağına çok yakın burası.


Bunlar benim ayaklarım. Ya da ayakkabılarım. Biraz da şort ve çorap var. Ve merdivenler. Burası parkımızın kuzeybatı girişi. Aslında etrafı hiç bi şeyle çevrili olmayan bi parkın merdivenlerini giriş diye nitelendirmek Nasreddin hoca tadında olabilir ama olsun. Keyfimin kâhyası değilsin ya canım tatlım okuyucu? Ah bakma sana böyle sözler sarf ettiğime, zor bi dönemden geçiyorum. (Sezen Aksu’dan küçüğüm daha çok küçüğüm benim için gelsin.)




Ihlamur Park’a girer girmez eğer oturacaksanız, dikkatli olmalısınız.



Her insan için bir “günün en güzel saati” vardır. Bu fotoğraf da benim için günün en güzel saatlerinden birinde çekildi. Birçok çocuk olmasına rağmen yine de ben Ihlamur Park’a bu elbiseyi pek yakıştıramıyorum biliyor musun? Benimki de soru işte güzide okuyucum. Nerden bileceksin ki? Canım ciğerim Ihlamur’um, benim için daha dert dinleyen bi havada olmalı. Bu da ancak akşamları olabiliyo tabi ki. Evet parklara gidip derdimi anlatıyorum. Hem de hiç ağzımı açmadan haa. Bazen de o anlatıyo ben dinliyorum. Orada tek başıma bir bankta otururken gelip geçenlerin bana anlamsız anlamsız bakmasını da seviyor muyum yoksa umursamıyor muyum buna daha sonra karar vericem. Bunun bi adım ötesi çok fena.




Bu çocuğa açıkçası uyuz oldum sevgili okuyucu. Çünkü bana pis bi anımı hatırlattı. Sene 96 mı ne köyden ilçeye daha yeni inmişiz, o zamana kadar makara ve telden araba yapıp oynamış, çamurdan top yapıp güneşte kurutmuş ben, ilçeye inişimizden sonra ev tuttuğumuz mahallede bu bisikletin çok benzerine sahip bi çocukla karşılaşmıştım. O arkadaki sele benzeri şeye evden getirdiği ekmek arası çokomel falan koyar, bi de bakkaldan kola alırdı, yemezdi de piçirik! Öyle de uyuz olmuşum bak hala unutmuyorum. Şuna bak hele daha yaşı kaç, nike giyiyo!




(uyuz oldum bi kere kurtuluşu yok!) Bak hele bak nereye sürüyo bisikleti ızdırapsız. Git yavrum oraya e mi? Sür otobüse otobüse. Canım benim. Hep baba tokatı yememiş nesil bunlar işte.



Errrrkek!






Burası parkın kuzeydoğu girişi. Ve o gördüğünüz kırmızı beyaz şey arkadaşlığa benziyo. Erkeklerde arkadaşlığın en güzel olduğu çağlardan 10-15 yaş arasını andırıyo. Kızların arkadaşlık ilişkileri ise içinden çıkılamayacak kadar girift, biz kurbanlar ise giriftarızdır. 









Gelelim son zamanların en klişe geyiğine. Evet, o flu bir teyze. Pardösüsüyle (hırka da olabilir tabi emin değilim) gayet mutlu bir şekilde spor yapıyor. Muhtemelen spor yaparken bir yandan da mırıl mırıl zikir çekiyor.  Peki, amacı yaklaşan yaz öncesi o bikinileri nasıl giyeceği mi? Değil gibi aslında. Ama tek ürkütücü gerçek şu ki o aletin adı her neyse artık, eğer olmasaydı bu teyzeler salıncak ya da kaydıraklara saldırabilirlerdi ki bu gerçekten açıklanamaz olurdu. Basenleri yüzünden oturdukları yerde sıkışıp mahsur kalma tehlikeleri de cabası.








Canım Ihlamur’uma yakıştıramadığım tek detay. Bu nedir cicişim şimdi? Ha? Ne lan bu!





Bu bank güzel bi bank. Sağdaki girişin hemen önünde kendisi. Bu yazıyı görene kadar derin duygular beslerdim kendisine karşı. Ama..
Legendli Gamze.


Bu güzel bir kare. Şimdi biraz daha yaklaşıp kararlı bakışları inceleyelim:





















Bu biraz alakasız bi kare tabi. Parkın çok yakınında bi yerde çektim. Bana Ferdi Tayfur’un eski bi filmini hatırlattı. Eroin bağımlısı mı ne yapıyolardı bunu da işte böyle bi ağacın altında mercedesle gelip ona mal satıyolardı. Bu da bağıra bağıra “ben de özledim ben de, resmin var şu an elimde, sana koşmak isterim, derman yok dizlerimde” derdi.  Beyaz, dizlere iyi gelmiyor şeklinde genelleyebiliriz.




Yanıma gelsene??






28 Haziran 2011 Salı

parklar çok ilginç yerlerdir.

bu blog son 1 yıldır peydah olan park merakımın ürünüdür. ne yazacağım nasıl bir şeye doğru gidecek, birilerinin ilgisini çekecek mi hiç bilmiyorum ama pek de umrumda değil gibi sanki. ama şunu fark ettim ki birbirine çok çok benzediğini zannettiğim parklar, onlarla daha fazla vakit geçirdikçe daha çok ilgimi çekmeye başladı. neyse efendim lafı uzatmanın lüzumu yok. bu sadece bir giriş yazısı gibi. ama tam da değil gibi. bilemedim. hadi bakalım.